25 Ocak 2017 Çarşamba

Bir anti kahraman: Odradek

odradek'in analizine girişmeden önce öyküye bir bakalım.

evin beyinin tasası

"kimileri odradek'in anlamının slavca'dan geldiğini söylüyor, dolayısıyla sözcüğün anlamını bu yönden açıklamaya çalışıyor. başkaları da bunun almanca'dan çıktığı, slavca'dan sadece etkilendiği görüşünde. her iki çözümleyişte de bir kesinlik bulunmadığından, hiçbirinin de doğru olmadığı sonucuna varmak herhalde haksızlık olmaz; kaldı ki, bu açıklamalardan hiçbirinin de sözcüğe bir anlam kazandırdığı yok. tabii odradek adında bir varlık gerçekten olmasa, kimse kalkıp da bu türlü araştırmalarla uğraşmazdı. ilkin sanılır ki, yıldız şeklinde düz bir iplik makarasıdır. ve gerçekten de üzerine iplik sarılmış gibi; ne var ki bunlar, çeşitli cins ve renkte, kopuk, eski düğümlerle tutturulmuş, ama bir kısmı da arapsaçı gibi dolaşık iplik parçaları olabilir ancak. ama sadece bir makara değil; yıldızın orta yerinden bir çapraz çubukçuk çıkmakta ve sonra bir dik açıyla bir ikincisi buna eklenmektedir. bir tarafta bu son çubukçuk, öbür tarafta yıldızın köşelerinden biri yardımıyla, makara sanki iki ayak üzerinde dikilebiliyor. hani sanılabilirdi ki, bu nesne eskiden uygun bir biçim taşıyormuş da şimdi kırılıp parçalanmış; ama hiç de öyle görünmüyor, en azından bunun için bir işaret yok ortada, bunu gösterecek bir parçalanmışlık ya da bir kırık yeri bir yerinde fark edilmiyor; tümüyle saçma bir şeymiş gibi görünüyor, ama kendine özgü bir bütünlüğü var. olağanüstü bir çeviklikte olup yakalanamadığı için bu konuda daha fazla birşey söylemek imkansız. bazen tavan arasında, bazen merdivenlerde, bazen koridorlarda, bazen de sofada oyalanıyor. kimi zaman da aylarca görünmüyor ortalıkta; ama bu ara herhalde başka evlere taşınmış oluyor; ama derken mutlaka yine dönüyor bizim eve. ara sıra kapıdan çıkıp da onu aşağıda merdiven korkuluğuna yaslanmış görünce, onunla konuşmak hevesine kapılıyor insan. tabii güç sorular yöneltilmiyor ona, tersine -küçücüklüğü buna sevk ediyor insanı- bir çocuk gibi davranılıyor: "adın ne bakalım?" diye soruluyor. "odradek" diye cevap veriyor. "peki nerede oturuyorsun?" "belli bir yerim yok." diyor ve gülmeye başlıyor; ama sanki ciğerlerden gelmeyen bir gülüş bu sadece; hani dökülmüş yapraklardaki hışırtıyı andırıyor. böylece yarenlik bitmiş oluyor çok vakit. hem bu cevapları olsun insan her vakit alamıyor; çokluk, görünümündeki tahta yapılışına uyan bir suskunluk içinde uzun bir süre kalıyor öyle. sonu ne olacak diye boş yere soruyorum kendime. ölebilir mi hani? ölen her şeyin daha önceden bir çeşit amacı, bir çeşit etkinliği olmuş, bunlara sürtüne sürtüne yıpranmıştır, ama odradek'te yok böyle birşey. yani ilerde bir gün çocuklarımın ve torunlarımın ayaklarının önü sıra, ardından iplikleri sürükleyerek, teker teker merdivenlerden yuvarlanacak mı aşağı? şüphesiz kimseye bir zararı yok; ama bir de beni gömebileceği aklıma geldi mi adeta fena oluyorum."
franz kafka

öyküye ilişkin dikkat çeken ilk nokta adının odradek değil evin beyinin tasası almanca orijinaliyle die sorge des hausvaters olmasıdır. başlığın öykünün özeti olduğunu düşünürsek kafka neden evin beyini hausvater'i ön plana çıkarmıştır? öncelikle hausvater kavramı kafka'nın bu öyküyü kaleme aldığı dönemde dahi eskimiş kullanılmayan bir kavramdı.

ikinci olarak sorge sözcüğü tasa, endişe anlamına gelmekle birlikte, sorgen fiili birisinin ihtiyacını karşılamak anlamına da gelir. hausvater'in görevi tam olarak da budur, ailesinin ihtiyaclarını karşılar, onları koruyup kollar, fakat söz konusu odradek olunca sorge sözcüğü bu kez kaygı anlamında kullanılmaktadır. odradek evin beyini kaygılandırmaktadır. neden?

öncelikle öykünün kendisinin ilk dikkat çektiği nokta olan odradek sözcüğünün anlamına değinelim. öyküde bu sözcüğün anlamı ve etimolojik bağlantılarının bilinmediği söylemektedir, yani bir signifikant yani gösterge olarak bu sözüğün bir karşılığı yoktur. dennotativ yani tanımlayıcı bir özelliği yoktur, aynı şekilde herhangi bir etimolojik bağlantı kurulamadığından konnotativ yani çağrıştırıcı bir özelliği de yoktur. dolayısıyla bu sözcük bir asignifikant'tır yani gösterge dışı bir sözcüktür. odradek adı bağlamında bütün tanımlamalardan kaçar. cismin kendisine geldiğimiz de ise yeni bir belirsizlikle karşılaşırız, ilk olarak bildiğimiz cisimlerden parçalar taşımakla birlikte bildiğimiz hiçbir cisme benzememektedir, ikinci olarak işlevinin ne olduğu anlaşılamamaktadır. evin beyinin sorumlu olduğu sınırlar dahilinde ne anlama geldiği, ne olduğu ve ne işe yaradığı belli olmayan bir şey yaşamaktadır. evin beyinin odradek'in tahtadan yapıldığını düşündüğü söylenir. bu durum onun işlevsizliğini daha da tedirgin edici etmektedir. zira tahta doğanın bir parçasının araç hâline getirilmesidir. evin içinde eve ait olmayan bir şey vardır. almanca'da ev yuva sözcüğü heim iken unheimlich tekinsiz anlamına gelmektedir. heim'daki unheimliche olarak başlı başına huzursuz edici, kaygı verici bir bir konumdadır odradek.

evin sınırlarından bahsetmişken odradek'in evin beyinin karışısına nerelerde çıktığına dikkat edelim. çatı katı, merdivenler ve koridorlarda karşılaşır insan odradek'le. dikkat edilirse bu alanlar evin yaşam alanları dışında kalan, insanın uzun süre zaman geçirmeyeceği alanlardır. foucault'nun ilk dönemlerinde geliştirdiği heterotopie kavramı burada yardımımıza koşar. focault heterotopie'lere örnek olarak mezarlıkları, sinema salonlarını, kütüphaneleri, gemileri örnek gösterir. buralar hakim normdan sapan davranışların ritüelleştirildiği yerlerdir. hakim norm ve ritüel kilit sözcüklerine biraz daha yakından bakalım. hakim norm yani normal olan hiç kuşkusuz evin beyinin yani iktider sahibinin belirlediği durumdur, iktidar sahibinin tüm tanımlama çabalarından kaçan odradek'in heterotpie'lerde ortaya çıkması odradek hakkında daha önce öğrendiklerimizle uyum içindedir.

ritüel kafka'da sık sık karşımıza çıkan bir kavramdır, kafka seremoni sözcüğünü tercih eder. kafka'nın ritüeller hakkındaki aforizması odradek ritüel ilişkisini anlamamıza yardımcı olabilir. "leoparlar tapınağa saldırıp kutsanmış şarapları içiyorlar; bu sürekli tekrarlanıyor; ve sonunda önceden öngörülebilir bir nitelik kazanıyor ve ayinin bir parçası oluyor." bir istisnanın ritüelin bir parçası olması. odradek'in durumu tam da bu değil mi? odradek'in varlığı norma aykırı olmasına rağmen ritüel'in bir parçası hâline geliyor. istisna kural oluyor.

ancak evin beyi açısından asıl tedirgin edici olan hakimiyet alanı içinde hakimiyetinden kaçan bir varlığın olması değil, ritüelleşen bu durumun hakimiyet alanını ihlal etmesinin yanı sıra hakimiyet süresini de aşması, zaten öykü evin beyinin asıl canını acıtanın ölümlü olup olmadğınğ bilmediği odradek'in ondan fazla yaşayacak olması, çocuklarının torunlarının önünden de aynı şekilde yuvarlanıp gideceği kaygısı odradek'i evin beyi açısından utanç verici bir konuma da getirir. nitekim öykünün son cümlesi dava romanının son cümlesine oldukça benzemektedir. "görünüşte kimseya zarar verdiği yok, ama asıl acı veren benden sonra da yaşacak olması." dava ise şu şekilde biter. "bir köpek gibi dedi, sanki utanç ondan sonra da yaşayacaktı.

14 Mart 2016 Pazartesi

vor dem gesetz

İlk kez 1915'te haftalık dergi selbstwehr'de yayımlandıkdan sonra kafka tarafından 1918 tarihli ein landarzt öykü seçmesine alınmıştır. kutsal kitaplardan alışık olduğumuz parabel yani mesel formundadır, içerik açısından ise paradoksal yapısı sebebiyle koanları andırır.

8 Mart 2016 Salı

Pianomania


“ton nefes almıyor.” diye yakınıyor, dünyaca ünlü piyananist pierre-laurent aimard; tona nefes aldıracak kişi ise yanında onu dikkatle dinlemekte. steinway & sons’ın baş piyano teknikeri stefan knüpfer’in pierre-laurent aimard’la, bach’ın füg sanatı (die kunst der füge) adlı eserinin kayıtları için yaptıkları, bir yıla yayılan işbirliğini merkeze alan film; knüpfer’in lang lang, buchbinder*, brendel* başta olmak üzere üst düzey virtüözler ve klasik müziğe mizahi bir açıdan yaklaşan richard hyung-ki joo, aleksey igudesman ikilisiyle yaptığı çalışmalarla zenginleşirken bir piyano akortçusunun, zanaatla sanat arasında gidip gelen mesleğini en üst düzeyde icrasına tanıklık ediyoruz.
knüpfer’in görevinin akordu kaçmış bir piyanoyu çalınabilir hâle getirmek üzere telleri gevşetip germekten ibaret olduğu sanılmasın. işe, kendilerine özgü kişilikleri ve seri numaralarından oluşan adları olduğunu öğrendiğimiz piyanolardan, çalınacak parçalara ve piyanistin vizyonuna uygun olanları önermekle başlayan knüpfer, piyanistlerin; bir notanın tınısının sona doğru açılması veya kapanması ya da ikisini de aynı anda yapması, her notanın aynı renk olması ya da bir gökkuşağını andırması gibi bize göre uçuk, onların dile getirişlerine bakılırsa gayet anlaşılır ve doğal taleplerini; konser salonunun kimi fiziksel özelliklerinin ve salonun bulunduğu şehrin ikliminin de dâhil olduğu pek çok etkenin yoluna çıkardığı engelleri, yaratıcı modifikasyonlarla aşarak, en ince ayarlamalarla karşılamak zorunda. özellikle, tam her şey yoluna girdi dendiği anda bir soruyla çıkagelen aimard’ın, titizliğin sınırlarının zorlandığı, bir notanın hoşa gitmeyen tonu yüzünden her şeyin baştan alındığı kayıt seanslarında, piyano akortçusunun yaratım sürecinin ne denli aktif bir katılımcısı olduğu iyice açığa çıkıyor. neyse ki sonunda aranan, o hem ifade dolu, hem ketum ton bulunuyor da aimard’ın bir sonraki huysuzlanmasına kadar kayıtlara devam edilebiliyor.

kuyruklu konser piyanoları ve ele geçmeyen, geçtiği anda kaybedilen kusursuz tonla ilgili bir film bu. filmin daha önce başka belgesellerde de birlikte çalışmış yönetmenleri robert cibis ve lilian franck yalnızca meraklısını ilgilendireceği düşünülen bir konuyu mizahi ve canlı bir kavrayışla anlatmayı başarıyorlar. öyle ki, sürekli üstesinden gelinmesi imkânsız görünen yeni bir görevi tamamlamak üzere koşuşturan knüpfer’in peşi sıra seğirten seyirci, müziğe yönelik tutkulu bir sevgi ve mükemmeliyetçiliğin -akortçunun, “neden piyano çalmayı bırakıp alanında uzmanlaştığı” sorusunu yanıtlarken ima ettiği gibi- belki de delilikle buluştuğu o hassas noktaya çekildiğini duyumsuyor.

sezar


bir lakap değil, roma imparatorlarının kullandığı unvandır. en son fatih sultan mehmet tarafından kayser-i rum (yani ceasar of rome) şeklinde kullanılmıştır.

kökeni julius caesar'a dayanmakla birlikte sezaryenden gelmez. julius caesar'ın sezaryenle doğduğu iddialarının gerçeği yansıtmamaktadır, çünkü o dönemde sezaryen yapılan kadınlar ölüyorlardı, julius caesar'ın annesi aurelia cotta'nın ise oğlunun yetişkinliğine kadar yaşadığı bilinmektedir. aksine sezaryen sözcüğü sezardan gelmektedir. sezaryen yöntemi hukuki olarak ilk kez krallık yasası anlamına gelen lex regia'da düzenlenmişti. zamanla sezar adı imparatorluk unvanı olarak kullanılmaya başlanınca, yasanın adı imparatorluk yasası anlamına gelen lex caesarea olarak değişti ve büyük ihtimalle romalılar'dan yıllar sonra söz konusu tıbbi prosedür hukuki dayanağını ilk kez bulduğu yasanın adıyla anılmaya başlandı.

6 Mart 2016 Pazar

This Place Hotel

the jacksons’ın triumph albümünden çıkardığı, can you feel it’ten sonraki ikinci hiti. asıl adı heartbreak hotel’ken elvis’inki ile karıştırılmaması için değiştirilmiştir. söz, müzik ve düzenleme bizzat michael jackson’a aittir ve güvensiz bir atmosferin hâkim olduğu sözleriyle billie jean’i önceler. şarkının bütününe baktığımızda ise yalnızca billie jean’i değil bütün o akıl almaz kariyeri müjdelediğini görürüz. bu gizli michael jackson hazinesi the jacksons'ın popüler bir konser şarkısı olduğu gibi mj’in ilk solo turnesi bad world tour’da da kendine yer bulmuştur.

the jacksons zamanından bir canlı performans:


http://www.youtube.com/watch?v=0klllseazgg

Sanat

kafkaesk tanımı şu şekilde yapılmış:

varmak istediğim son amaç bakımından kendimi yokladım mı, doğrusu iyi bir insan olmak ve en yüce mahkemenin buyruklarını yerine getirmek için çaba harcamadığımı, buna düpedüz karşıt bir davranışla tüm insan ve hayvan toplumunu kuş bakışı görebilmek, temel zevklerini, isteklerini ve ahlaksal ideallerini tanıyıp bunları basit kurallara indirgemek ve ilgili kurallar doğrultusunda elden geldiğince kısa sürede kendimi geliştirip düpedüz herkesin beğenisini kazanmak gibi bir eğilimle donatıldığımı görüyorum; öyle ki (tutarsızlık burada başlıyor) genellikle şahsıma karşı beslenen sevgiyi elden çıkarmadan, sonunda cehennem ateşinde kızartılmayacak tek günahkar kimliğiyle içimdeki bayağılıkları herkes önünde sergileyebileyim. yani özetlersen benim için önemli olan insanların mahkemesidir; üstelik bu mahkemeyi de yanıltmak istiyorum, ancak yalana dolana başvurmadan. franz kafka briefe an felice


wenn ich mich auf mein endziel hin prüfe, so ergibt sich, dass ich nicht eigentlich danach strebe, ein guter mensch zu werden und einem höchsten gericht zu entsprechen, sondern, sehr gegensätzlich, die ganze menschen- und tiergemeinschaft zu überblicken, ihre grundlegenden vorlieben, wünsche, sittlichen ıdeale zu erkennen, sie auf einfache vorschriften zurückzuführen, und mich in dieser richtung möglichst bald dahin zu entwickeln, dass ich durchaus allen wohlgefällig würde, und zwar (hier kommt der sprung) so wohlgefällig, dass ich, ohne die allgemeine liebe zu verlieren, schließlich, als der einzige sünder, der nicht gebraten wird, die mir innewohnenden gemeinheiten offen, vor aller augen, ausführen dürfte. zusammengefaßt kommt es mir also nur auf das menschengericht an und dieses will ich überdies betrügen, allerdings ohne betrug.

le coeur supplicie

arthur rimbaud'dan sevgilerle.

mon triste cœur bave à la poupe…
mon cœur est plein de caporal !
ils y lancent des jets de soupe,
mon triste cœur bave à la poupe…
sous les quolibets de la troupe
qui lance un rire général,
mon triste cœur bave à la poupe,
mon cœur est plein de caporal !

ithyphalliques et pioupiesques,
leurs insultes l’ont dépravé ;
à la vesprée, ils font des fresques
ithyphalliques et pioupiesques,
ô flots abracadabrantesques,
prenez mon cœur, qu’il soit sauvé !
ithyphalliques et pioupiesques
leurs insultes l’ont dépravé !

quand ils auront tari leurs chiques,
comment agir, ô cœur volé ?
ce seront des refrains bachiques
quand ils auront tari leurs chiques
j’aurai des sursauts stomachiques :
si mon cœur triste est ravalé !
quand ils auront tari leurs chiques
comment agir, ô cœur volé ?

işkence edilen yürek

kederli yüreğim salya sümük güvertede,
yüreğim asker sigarası izmariti dolu:
çorba artıklarını fırlatırlar oraya bile,
kederli yüreğim salya sümük güvertede:
bir küfür tufanı eratın ağzında bilmece
gülerler durmadan kahkahaları sulu mu sulu,
kederli yüreğim salya sümük güvertede,
yüreğim asker sigarası izmariti dolu!

maslahatlar alesta kalıp çekmeye hazır
baştan çıkarır yüreğimi küfür hazretleri.
dümende dalga geçerler tepeden tırnağa hınzır,
maslahatlar alesta kalıp çekmeye hazır,
ey büyüleyici dalgalar o sayenizde paklanır,
alın yüreğimi yıkayın, bilsin temizliği!
maslahatlar alesta kalıp çekmeye hazır,
baştan çıkarır yüreğimi küfür hazretleri!

küfürleri bitip tütünleri de tükenince
ne yapacağım ben, ah çalınmış yüreğim?
hıçkırık olacaklar hepsi meyhane türkülerinde
küfürleri bitip tütünleri de tükenince,
bir meydan savaşı başlayacak zavallı midemde
yüreğim örselenmiş dalım kırılmışsa benim,
küfürleri bitip tütünleri de tükenince
ne yapacağım ben, ah çalınmış yüreğim?
(çeviri: özdemir ince)

the tortured heart

my sad heart drools at the poop,
my heart full of tobacco juice:
they squirt on it their jets of soup,
my sad heart drools at the poop:
beneath the jeers of the troop
who burst forth with a general laugh
my sad heart drools at the poop,
my heart full of tobacco juice.

standing phallic and soldierlike
their insults have depraved it
at vespers they make frescoes
standing phallic and soldierlike
o waves, abracadabrantesque
take my heart, let it be saved
standing phallic and soldierlike
their insults have depraved it

when they've exhausted their quids,
how shall we act, o stolen heart?
there will be drinking songs
when they've exhausted their quids
my stomach will heave
if my sad heart is gobbled down
when they've exhausted their quids
how shall we act, o stolen heart?
(translation: holly tannen)

rimbaud bu şiire ilk defa "voyant" kuramını açıkladığı lettre du voyant olarak adlandırılan iki mektuptan öğretmeni georges izambard'a yazdığı 13 mayıs 1871 tarihli olanında yer vermiştir.(diğeri izambard'ın arkadaşı şair paul demeny'ye 15 mayıs 1871'de yazılmıştır.) demeny'ye gönderilen 10 haziran 1871 tarihli mektupta ise le coeur du pitre (palyaçonun yüreği) adıyla yer alan şiirin ayrıca le coueur vole (çalınmış yürek) adlı ve bazı sözcükleri değiştirilmiş bir versiyonu daha vardır.


şiirde paris komünü anlatılmaktadır. rimbaud'nun komüne katılıp katılmadığı kesinlik taşımamakla birlikte bazı yorumculara göre bir itiraf niteliği taşıyan şiir rimbaud'nun komünde yaşadıklarına tanıklık etmektedir.