Prag
kendi hâline bırakılması gereken bir şehir. Turistleri sokmamalılar meydanlara,
parke taşlarda yürütmemeliler, köprülerden geçirmemeliler, Astronomik Saat’in
önünde toplanan kalabalığı biber gazıyla dağıtmalılar. Çünkü Prag’ın biraz
kendi hâline bırakılmaya ihtiyacı var.
Kendi
hâline bırakılsın ki, bir gün bir birisi, Eski Şehir Meydanı’na açılan
sokaklardan kalabalık turist kafileleriyle sürüklenip, karanlık dükkânlarının
kapılarından ellerini uzatıp geçenleri içeri çekmeye uğraşan satıcılarca
tedirgin edilmeden Üç Kral Evi’nin nerede olduğunu tahmin ve birden yanında
beliren sersem bir turistin aptalca yorumları o eşsiz ânın büyüsüne dar açılı
iki balta darbesi gibi inmeden, onun bir pazar öğlesi öncesi köşedeki
apartmandan fırlayıp bir atlet çevikliğiyle aştığı Cech Köprüsü’nün Jugendstil
parmaklıklarına dayanıp, suyun, yitirilmiş akşamlar gibi akışına tanıklık
edebilsin.
Kendi
hâline bırakılsın ki, bir heykelin pelerini dalgalansın rüzgârda ve o, ilk elektrikli
tramvayların ve İspanyol gribinin kol gezdiği sokaklardan geçerek gittiği yirmi
iki numaralı tek katlı evde sözcükleri, bir sabah Bilek Sokağı’ndaki küçük
dairesinden, kötü bir şey yapmadığı hâlde onu tutuklamak için yatak odasına
kadar giren adamlar tarafından alınıp Laurenzi Tepesi’ne götürülene kadar
altına çevirebilsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder